Merkez Bankası’nın faiz indirim kararı ve döviz kurlarındaki yükseliş, tencere tavacıları ve onlardan medet uman siyasi temsilcilerini epey bir heyecanlandırdı. Sosyal medyadan ve diğer iletişim kanallarından memleket batıyor, ülke iflasta, şimdi bunları göndermenin tam zamanı şeklinde algı ve propagandalarla altın vuruş yapmak istediler.
Sokaklara baktığımızda tencere tavacıların kulakları tırmalayan çığlıkları haricinde ne bir ses ne de bir panik havası vardı. Çok uzaklara gitmeye gerek yok, daha önceki krizlere baktığımızda, 5 Nisan 1994 ve 2001 krizlerinde millet feleğini şaşırmıştı. Sokaklarda kasvetli bir hava hakimdi.
Siyasi tarihinde her on yılda bir siyasi ve ekonomik krizle yüzleşen Türkiye’de son yaşanan suni krize çok itibar eden olmaması artık bazı şeylerin değiştiğinin habercisiydi. Demirel’e atfen söylenen “tencerenin yıkamayacağı hükümet yoktur” sözü de havada kalmış oldu. Halbuki o günlerde hükümetleri yıkan tencere değil o tencerenin sapını ellerinde tutanlardı. Demirel tencerenin sapını tutanları açıkça söyleyemediği için sadece tencereden bahsetmişti.
Bugün ise tencerenin sapını tutanlar başarılı olamadılar. Çünkü Türkiye eski Türkiye değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni ekonomik manifestosunu ilan etti. Düşük faiz yüksek kur. Bu Türkiye ekonomisi için tarihi bir kırılma noktası. Geçmişte hükümetler en bilinen makro ekonomik politika olan yüksek faiz düşük kur politikasını uygulamışlardı. Yüksek faizle birlikte piyasada dolaşımda olan Türk Lirası ekonomik yatırımlar yerine faiz kazancı için tasarrufa yönelecek, böylece enflasyon ve döviz kurlarında düşüş yaşanacaktı.
Ancak tarih bize gösterdi ki, uzun dönemde istihdamı arttıracak üretime yönelik yatırımlar yapılmadığı, tasarrufların yatırımlardan fazla olduğu bir ekonomide (ideal olan I=S yani tasarrufların yatırımlara eşit olmasıdır.) yeni bir krizle karşılaşma olasılığı oldukça yüksektir. Bir kısır döngü de diyebiliriz. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin en büyük sorunu da işte bu kısır döngüdür.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni ekonomik manifestosu alışılagelmiş iktisat politikasının tersine yatırımları arttırmaya yönelik kararlı bir adımdır. Makroekonomide rasyonel bekleyişler adı verilen bir hipotez vardır. Bu hipoteze göre halk elindeki parayı karlılığı en yüksek alanlara yatırır. Faizlerin artacağı yönünde bir beklentiye giren halk, faizler yükselseydi dövizden kaçma ve Türk Lirasına yönelme eğilimine girecekti. Bu kısa vadede başarılı bir adım olabilirdi. Ancak hastalığı kesin tedavi etmezdi.
Tam tersine faiz indirimine girerek özellikle yabancı yatırımları ülkeye çekmek ve bu yolla oluşan döviz bolluğunda döviz kurlarını düşürmek daha akılcı ve tedavi edici bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor. Hiç ekonomiden anlamayan sıradan bir vatandaş dahi bilir ki, bir malın piyasadaki miktarı fazla ise fiyatı düşer. Yatırımlarla artacak döviz miktarı da döviz kurlarını düşürecektir. Belki bir müddet daha döviz kurları inişli çıkışlı bir seyir izleyebilir. Ancak artan yatırımlarla tencerenin sapını elllerinde tutanların döviz kuru tehditi tarihe karışacaktır.
Başarının temel şartlarından biri de siyasi istikrardır. Bunu bildikleri için de muhalefet, dış destekçilerinin de yardımıyla istikrarı bozma gayretine girdi. Son yaşanan sebepsiz döviz kuru yükselişi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomiye dışarıdan saldırı var söylemine inanmayanların bile gözünü açtı. Bundan dolayı sokakta bir reaksiyon olmadı.
Halkın bildiği bir şey daha var; bu hükümet 2001 yılında şimdilerde hükümeti istifaya davet edenlerin enkazını devraldı. Bunlar ekonomi konusunda sabıkalılar. Ne bankalar batırdılar, ne ocaklar söndürdüler. Bunların ekonomiyi düzelteceğine inanırlar mı? Hükümete kızan bile ehven-i şer diyerek şu ortamda yine hükümeti destekler. Çünkü Türkiye’nin en büyük sorunu iktidar alternatifi olabilecek bir muhalefetin bulunmayışıdır.
Mutlu Bilge
27.11.2021 / İSTANBUL